Geçtiğimiz haftalarda ilk kez Rodos’a gittim. Ege’nin güneydoğusunda, farklı medeniyetlerin izlerini hâlâ taşıyan bu ada beni özellikle mimarisiyle etkiledi. Her sokakta tarihin farklı bir katmanına dokunuyorsunuz. Osmanlı, Rum ve Şövalyeler döneminden izler; kimi zaman aynı yapıda, kimi zaman yan yana iki sokakta karşınıza çıkıyor. Bu yüzden bu haftaki yazımı, Rodos’un çok katmanlı mimari hafızasına ayırmak istedim.
1309-1522 yılları arasında Rodos’a hâkim olan Saint Jean Şövalyeleri, adaya hem savunma hem de yönetim işlevi taşıyan anıtsal yapılar kazandırmış. En çarpıcı örnek olan Büyük Üstatlar Sarayı, Gotik ve Rönesans etkilerini bir arada taşırken, kalın duvarları ve merkezi avlulu planıyla askeri işlevi öne çıkarıyor. Tüm Eski Şehir’i çevreleyen surlar ise yerel kireçtaşı ve bazaltla örülmüş, burçlara işlenen semboller şövalyelerin ulusal kimliklerini yansıtıyor.
1522 sonrası Osmanlı’nın adaya gelişiyle birlikte farklı bir mimari yaklaşım kendini gösteriyor. Var olan yapıları dönüştürerek kullanmak, Osmanlı’nın genel yaklaşımıyla örtüşüyor. Süleymaniye Camii, bir kilisenin üzerine inşa edilmiş olsa da, özgün yapının izleri hâlâ okunabilir durumda. Caminin planı klasik Osmanlı camilerinden farklı; bu da Rodos mimarisinin ne kadar melez bir karakter taşıdığını gösteriyor.
Osmanlı dönemi sivil mimarisi ise daha çok içe dönük, mahremiyet esaslı yapılarla temsil ediliyor. Taş zemin kat üzerine ahşap çıkmalı üst katlar, küçük avlular ve kerpiç dolgulu ahşap karkas sistem, Anadolu’daki geleneksel ev mimarisinin adaya nasıl uyarlandığını gösteriyor.
Bunun yanında yerel Rum mimarisi de adada güçlü şekilde varlığını sürdürüyor. Özellikle Lindos’ta göze çarpan Rum evleri, sade ama işlevsel çözümleriyle dikkat çekiyor. Yamaca yaslanmış bu evlerde kalın taş duvarlar, küçük pencereler ve düz damlar Akdeniz’in sıcak iklimine uyum sağlamış. Yağmur suyunu toplayan sistemler, iklimsel şartlara ne kadar duyarlı bir mimari üretildiğini gösteriyor.
Tüm bu yapıların ortak noktası, yerel malzemeye dayalı bir mimarlık anlayışı. Kireçtaşı, hem işlenebilirliği hem de dayanıklılığı sayesinde her dönemde tercih edilmiş. Ahşap ise özellikle çatılarda ve iç mekânlarda esneklik kazandıran bir unsur olarak kullanılmış. Depreme dayanıklı kalın duvarlar ve esnek çatı sistemleri, adanın sismik yapısına karşı mimari bir cevap niteliğinde.
Bugün Rodos’un Eski Şehri UNESCO Dünya Mirası listesinde. Ancak onu sadece bir “koruma alanı” gibi görmek eksik olur. Burası, yüzyıllar boyunca yan yana yaşamış kültürlerin sessiz ama güçlü bir diyaloğunun mekâna yansımış hali. Rodos’un taşları sadece yük taşımaz; geçmişin izlerini, kültürlerin birikimini ve birlikte yaşamanın mümkünlüğünü de taşır.