“Söz var iş bitirir, söz var baş yitirir.” Atalarımız bu sözü boşuna söylememiştir. Dil, sadece bir iletişim aracı değil; milletin düşüncesinin, inancının, duygusunun aynasıdır. Bir milletin dili kaybolursa, onunla birlikte hatıraları, hikâyeleri, masalları, türkülerinin kokusu da kaybolur. “Dili dökülmeyen, yüreğini dökemez.”
Anadil, kültürün ana damarıdır. “Ana dilini kaybeden, ana ocağını kaybeder.” Masallar, ninniler, türküler, atasözleri… Bunlar sadece söz değil; geçmişin hikmetini, tecrübesini, ahlakını taşıyan kültür kodlarıdır. “Ağaç yaş iken eğilir” derken, atalarımız çocuk terbiyesinin dil terbiyesiyle başladığını anlatır. “Çocuktan al haberi” sözü de, kültürün nesilden nesile nasıl fark ettirmeden geçtiğini gösterir.
Kültür aktarımı çoğu zaman sofradaki sohbetle, ocaktaki çayla, harmandaki türküyle olur. “Taş yerinde ağırdır” sözünde olduğu gibi, kelimeler de kendi toprağında daha anlamlıdır. Pazarda esnafın müşteriye “bereketli olsun” demesi, yaşlı bir ninenin torununa “Allah gönlüne göre versin” dileği… Bunlar, kültürün nefes aldığı anlar, sözün can bulduğu yerlerdir.
Dil, milletin karakter aynasıdır. Türkçe’nin “gönül”, “yürek”, “hasret”, “sevda” gibi kelimeleri, sadece bir durumu değil, bir hissi de taşır. “İyilik eden, iyilik bulur” derken, hem bir ahlak dersini hem de kültürel değerimizi kelimeye yükleriz. Yabancı bir dile çevirdiğinizde o kelimenin rengi, kokusu, tadı eksilir.
Diline sahip çıkmayan millet, kültürüne de sahip çıkamaz. “Sakınan göze çöp batar” misali, “aman değişimden uzak duralım” diye değil; özünü kaybetmeden yenilenmek için dili korumalıyız. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözü, dillerin birbirinden kelime alabileceğini, fakat her evin kendi ocağını tüttürmesi gerektiğini hatırlatır.
Modernleşme, anadilden uzaklaşmak değildir. “Üzüm üzüme baka baka kararır” gibi, dünya ile etkileşim içinde olurken kendi rengimizi, kendi sesimizi kaybetmemeliyiz. “Asıl azmaz, bal kokmaz” atasözü, özü sağlam olan kültürün yabancı etkilerle bozulmayacağını anlatır. Dillerini yitiren milletler önce hikâyelerini, sonra da kimliklerini kaybeder.
O halde bize düşen, dili evde, sokakta, okulda yaşatmaktır. Çocuklarımıza ninnilerimizi söyleyelim; “Bugünün işini yarına bırakma” derken, sadece öğüt değil, kültürel miras bıraktığımızı bilelim. “Sakla samanı, gelir zamanı” atasözünde olduğu gibi, bugün koruduğumuz her kelime, yarının kültür hazinesinde değerli bir cevher olacaktır.
Unutmayalım: “Söz, sahibine aittir.” Millet, diline sahip çıktığı sürece millet kalır. Dil giderse, geriye sadece sessizlik kalır. Ve sessizlik, bir millet için en ağır yıkımdır.