Okuma yazmayı öğrendiğim ilkokulum İstiklal Mahallesi öğrencilerinin devam ettiği 18 Eylül İlkokulu idi. Okul ve öğretmen okuma-yazmayı öğretir; ihtimâl ki okuma sevgisi de verebilir. Fakat benim okuma-yazmayı öğrendiğimden beri devam eden okuma sevdamın temelinde başlangıcında bambaşka bir olay yer almaktadır.
Okul çıkışı aynı mahallenin farklı sokaklarında olan arkadaşlarımızla türlü türlü oyunlarla hayata gülümserdik. Sınıfımızda amca oğulları Çimentepeler de vardı. Biz İstiklâl Mahallesi’nin okula biraz daha uzak olan Çınarlı Sokak’ta ikâmet ediyorduk. Çimentepeler ise babalarının mesleği tornacılık dolayısı ile 18 Eylül İlkokulu’na ve babalarının o zamanki sanayideki (Şimdiki kasapların olduğu köşedeki dükkân) işyerlerine 5 dakikalık mesafede Fatih Camii altındaki sokakta, şu an yıkılan askerlik şubesinin karşısında ikâmet ediyorlardı.
Evleri o yıllarda birçok ailenin yaptığı gibi müteahide vererek değil, kendi gayretleri ile yapılan çift katlı ve çifter daireden oluşan yığma bir bina idi. O zamanın şartlarında yapılan alt kat düzenlenir ve kişiler aileleri ile oturmaya başlardı. Üst kat ise betonu atılmış duvarları örülmüş tamamlanmayı beklerdi. Bu üst katlar da biz çocuklara her sokakta keşfedilmeyi bekleyen gizemlerle dolu oyun alanları olurdu. Çimentepelerin evi de bildiğim kadarı ile yıllarca hatta birkaç on yıl düzenlenmeden böyle kalmıştı.
Hatırladığım kadarı ile ilkokul 4. sınıfta iken yine bir okul çıkışı arkadaşlarla Çimentepelerin evinin sokağında oyuna başladık. Muhtemelen oyun içerisinde arkadaşlardan saklanma adına düzenlenmemiş evin ikinci katındaki odalara gizlenmiştik. Dün gibi hatırlıyorum odalarda kullanılmayan eski eşyalar, kiler gibi kullanılan kısımlar… vardı. Benim saklandığım oda ise bir başkaydı. Kolilerin içleri kitaplar özellikle de sağa sola saçılmış dergilerle dolu idi.
Ailem işçi ailesi olduğundan evimizde kitaplık mevcut değildi. Her evde olduğu gibi kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim, annemin Mevlütlerde okuduğu Mevlit cüzü ve yüklük dediğimiz kısımda yine annemin ara ara bizlere okuduğu Hz. Ali (r.a.) cenk hikâyeleri… mevcut idi.
Oyunu çoktan unutmuş saklandığım yerde bulduğum hazineler içerisine dalmıştım. Bunlar Milliyet Çocuk dergileri idi. Hem de birkaç yıllık, haftalık yayınlanan dergilerin yüzlercesi… Ne kadar zaman geçti, oyun ne oldu, arkadaşlar beni merak eti mi bilemiyorum. Çoğumuzun yaptığı gibi eve gittiğimi düşünmüş olmalılar. Eve gittiğimde her zamankinden çok gecikmiş olmalıyım ki annemden iyi bir azar işitmiş olduğumu unutmuyorum.
O günden sonra şehrimizin merkezinde bulunan tek gazete bayisinin haftalık abonesi olduğum doğrudur. Milliyet Çocuk Dergisi ile başlayan okuma sevdam, Tercüman Çocuk Dergisi, Türkiye Çocuk Dergisi, Hürriyet Çocuk Dergisi ile devam etti. Haftalık Pazartesi günleri yayınlanan dergilerin Pazar günleri bayiye geldiğini keşfetmiştim. Pazar sabahları erkenden bayiye gider, kamyonla gelen gazete ve dergilerin sabırsızlıkla indirilmesini, raflara dizilmesini beklerdim. Akabinde dergiyi alır almaz sayfalarını açar en sevdiğim çizgi romanları, hikâyeleri… okuya okuya eve giderdim. Dergiyi yutarcasına sayfa değil, satır atlamadan döne döne okurdum. Ailem de tüm kardeşlerim okuduğu için benim lüks görünen bu harcamalarıma ses çıkarmaz idi.
Ortaokul sıralarımda da dergilerle irtibatım kesilmedi. Aksine saflar sıklaşarak devam etti. Rahmetli Ahmet Kabaklı’nın Türk Edebiyatı Dergisi’yle tanıştım ve yine şehrimizin tek gazete bayisinden aylık takipçisi oldum. O yıllara ait ciltlettiğim dergiler hâlâ kütüphanemde. Ne yazık ki çocuk dergilerimi ilk göz ağrılarımı bugüne kadar muhafaza edemedim. Türk Edebiyatı Dergisi kadar olmasa da yine o dönem şehrimizin bayisine gelen Milliyet Sanat ve Hürriyet Gösteri dergilerini de takip etmeyi ihmâl etmedim.
Ortaokul yıllarımda okuma sevdamın başladığı çocuk dergilerinde amatör yazı ve çizgilerim yayınlanıyordu. Bu süreçte postane ile tanışmam ve dergilerle yazışmam da ayrı bir yazı konusu olarak değerlendirilebilir. İsmimi bir dergide görmek hâlen beni ilk günkü gibi heyecanlandırmıyor desem doğru söylemiş olmam. Yıllar içerisinde okuru olduğum pek çok derginin yazarı da oldum. Çok şükür kendim de dergi, hatta dergiler yayınladım. Alibeyköy Kervan, Kırkayak… Yine çok şükür yazılarını takip ettiğim, kitaplarını okuduğum pek çok yazar, çizer, düşünürle tanışmak, onlarla röportaj yapmak nasip oldu. Uzun yıllar okuyucusu olduğum Türk Edebiyatı Dergisi’nin kurucusu rahmetli Ahmet Kabaklı ile de röportaj yapmak hatıralarımın unutulmazları arasındadır. Yıllar sonra Milliyet Çocuk Dergisi’nin efsane yayın yönetmeni Yalvaç Ural ile de tanışmam ve Milliyet Gazetesi’ndeki Miço sayfasında tam sayfa okulumuza yer vermesi de unutulmazlarımız arasındadır. Çocukluğumun enlerinden Türkiye Çocuk Dergisi’nin muhterem yayın yönetmeni Rahim Er abi ile de röportaj yapma bahtiyarlığına erdim ve yıllar içerisinde samimi bir dostluk geliştirmek nasip oldu. Rabbim sağlıklı ömürler versin ve yazıları, yayınları ile bizleri aydınlatmaya devam etsin inşallah.
Dostlar okuma sevdamız bu kısa satırlara sığmaz. Kitaplar, kütüphaneler, yazarlar, çizerler, dergiler, gazeteler… ve Çan’ımızı gücümüz yettiğince yazmaya devam edelim inşallah.
Kalın sağlıcakla…