Yakın dostum, kitap kurdu, şair, yazar, sahaf Mehmet Aycı’nın evinde iftarda idik. Binlerce nadide kitabı içerisinde eline son geçen deri ciltli, eski ve kalın bir kitabı bize, “nasıl da buldum ama”, dercesine övünerek gösterdi. “Osmanlı Vilayetleri” olarak çevrilebilecek Fransızca bir ansiklopedinin sekizinci cildi idi. Kitabı merakla incelemeye başladım. 30 ciltten fazla olabileceğini tahmin ettiğim kitabın bu sekizinci cildi Bağdat maddesinden başlıyor, Biga maddesiyle sona eriyordu. 1889 tarihinde Paris’te basılan bu taşbaskı, ağır kitap Fransızca idi. Bu dili hiç bilmesem de, Latince, İngilizce kelimeler ve Türkçe özel isimler ve kullandığı rakamsal veriler nedeniyle Biga maddesine kolaylıkla göz gezdirmem mümkün oldu.
350 sayfadan oluşan Biga Mutasarrıflığı maddesi, köyüm Büyükpaşa’nın tarlalarını da sulayan Kocabaş Çayı’nın uzunluğu, su kapasitesinden köyümdeki Asarlık tepesinin yüksekliğine kadar en ince coğrafi ayrıntıdan, Çan’ın bilmem hangi köyündeki koyun ve sığır sayısı ile ürettiği tütün ve hububatın miktarına kadar ayrıntılı rakamsal verilere ve istatistiklere kadar inanılmaz detaylar içeriyordu. 1880’li yıllarda Çan’da 2000 kişinin yaşadığı, bunlardan 300’ünün Rum, 200’ünün Ermeni olduğu, Çan’da bir tane idadi mektebi bir tane de rüştiye mektebi bulunduğu, bu mekteplerdeki öğrencilerin ve öğretmenlerin sayıları, din ve mezheplerine göre dağılımları da anlatılıyordu. Kısaca, 1880’li yıllarda Başta Biga Mutasarrıflığının merkezi Biga olmak üzere, ona bağlı olan Çanakkale Vilayeti, Ezine, Bayramiç, Ayvacık, Lapseki kasabaları ile Çan Pazarı ve Yenice Nahiyeleri hakkında şeytanın bile aklına gelmeyecek en ince detaylar ciddi bir bilimsel disiplin içerisinde Fransız ilim ehlinin ve Fransızca okuyup anlayan Batılı ilim ve siyaset ehlinin hizmetine sunulmuştu.
Rönesans sonrası Aydınlanma çağında Batı dünyası, hayatı ve insanı merkeze alan bir anlayışla sadece kendisini bilmenin yeterli olmadığını, dünyanın neresinde bir değer varsa onun bilgisine sahip olmayı hedef haline getirmişti. Mutlak aklın hâkimiyeti, insanlığın hakikat arayışı gibi masum saiklerin yanı sıra, Doğu’nun değerlerinin sömürülmesi ve İslam medeniyetinden rövanş alınması gibi açgözlü ve tehditkâr bir tutum da buna eşlik etmişti. Ama her halükarda Batı, “bilgi”nin gücünü keşfetmiş ve elde ettiği devasa gücü kendi amaçları için kullanmayı başarabildi. Afrika’dan Uzakdoğu’ya dünyanın geri kalanını sömürgeleştirmelerinin arka planında hep bu “bilgi” araştırma ve öğrenme merakı önemli bir rol oynadı.
Ortadoğu’da da bugün hala at koşturmalarının, devam ettirmeye çalıştıklarını hükümranlıklarının en önemli kaynağı “bilgi”dir. Bugün, Şam’dan Beyrut’a, oradan Halep’e Fransızların sosyo-kültürel ve tabii ki siyasal etkileri hala çok belirgindir. Pek kimse bilmez ama, Suriye ve Lübnan, bağımsızlıklarını 1943 yılında Fransa’dan almışlardır. Fransa’nın bölgedeki askeri varlığı 1946 yılına dek sürmüştür. Bugün hala Suriye ve Lübnan’da Fransız okulları en seçkin okulladır ve bu iki ülkede Fransızca hala elitlerin dili olma özelliği taşımaktadır. Suriye’de zalim Baas Partisi ve Esed yönetimi de başta Fransızlar tarafından işbaşına getirilmişti. Sonraları yine bir Batılı olan Rusya’nın sosyo-ekonomik tesiri bölgede hâkim olunca, Suriye SSCB paktında konumlanmıştır. Lübnan ise, Fransa ve Batı kulübünde yer almaya devam etmiştir.
Büyük devlet olmanın yolu hiçbir şeye “fransız” kalmamaktan geçiyor. Dünyanın neresinde bir olay, sorun, değer, kriz varsa öncesinden o konu ile ilgili bilgi birikimi olan ülkeler ve kurumları orada oluyorlar. Sünnetullah hiç değişmiyor: Çalışan, öğrenen ve bilen kazanır.