Yazımızın ilk bölümünde semavi dinlerden Yahudi Dini’nin (Özellikle bu dine Musevilik diyemiyoruz, çünkü bu din tamamen Yahudi ırkıyla özdeştirilmiştir), Yahudi Irkı’nı nasıl üstün tuttuğunu görmüştük. Şimdi de Hristiyanlık Dini’ni görelim.
Hristiyanlık’ta seçilmişlik
Hristiyanlık Dini’nde iki önemli figür vardır. Birincisi, gerçekte bu dinin peygamberi olan Hz. İsa, diğeri Aziz Pavlus’tur. Hz. İsa’nın sağlığında Hristiyan düşmanı olan Pavlus, ölümünden sonra ise, Hz. İsa ile ilgili bir vizyon gördüğünü ve Hz. İsa’nın kendisini imana davet ettiğini, daha sonrada Hz. İsa’nın kendisine vahyettiğini ve Yahudiler dışındaki uluslara elçi/peygamber olarak görevlendirdiğini iddia etmiştir. Pavlus Tanrı’nın, sadece Yahudilerin Tanrı’sı olmadığını, İncil’de kendi adına bulunan “Romalılar’a Mektup’ta” 1:1-7 bölümünde ve daha bir çok yerde, diğer ulusların da Tanrı’sı olduğunu duyurmuştur. Hal böyle olunca Pavlus, yaşayan gerçek havarilerin öğretilerine ters yeni şeyler vaaz ederek, onlarla yollarını ayırmış, adeta ikinci bir din kurmuştur. Hz. İsa’nın sağlığında vaaz ettiği birçok buyrukları ters yüz edilerek yeni bir din kurmuştur. Bunlardan birisi Hz. İsa’nın yolu olan NASRANİLİK, diğeri Pavlus’un yolu olan HRİSTİYANLIK adındaki iki farklı din. İlerleyen yıllarda maalesef Nasranilik Roma baskısıyla yok olup, Hristiyanlık tüm Roma topraklarına/Avrupa’ya yayılmıştır.
Pavlus Hristiyanlığı’na göre, insanlar Tanrı için, Tevrat’ta ve Kuran’da olduğu gibi değerli bir varlık değil, tümü doğuştan suçlu ve günahkardır. Pavlus buna ASLİ GÜNAH der ve Hz. Adem’in işlediği itaatsizlikten dolayı, bütün nesli günahkar ve suçlu doğmaktadır. Tevrat’a göre Tanrı’nın seçtiği/kutsal saydığı Yahudi Irk’ı yerine, ırkı ne olursa olsun Pavlus’a göre, İsa Mesih’e inanan herkes Tanrı tarafından seçilmiştir. Bu iddialarını İncil’de bulunan aşağıdaki metinlerinde görmekteyiz:
“ Kendi önünde sevgide kutsal ve kusursuz olmamız için dünyanın kuruşundan önce bizi Mesih’te seçti. Kendi isteği ve iyi amacı uyarınca, İsa Mesih aracılığıyla kendisine oğullar olalım diye bizi önceden belirledi.” Efesliler 1:4-5)
“Her şeyi kendi isteği doğrultusunda düzenleyen Tanrı’nın amacına göre önceden belirlenip Mesih’te seçildik.”(Efesliler 1:11)
“Tanrı, önceden bildiği kişileri, Oğlunun benzerliğine dönüştürmek üzere önceden belirledi. Öyle ki, Oğul birçok kardeşler arasında ilk doğan olsun. “(Romalılar 1:29)
Bu gerçek, Kilislerin yayınlarında açıkça görülmektedir: ”Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın seçtiği halk İsrail’dir. İsa’dan sonrada bu böyle mi devam etmiştir, Yani Tanrı’nın bu seçiminde acaba sadece bir ırk için özel midir? Bunun içinde Kutsal Kitap böyle olmadığını, bu Tanrı’nın seçimi, tüm insanlığa olduğunu öğretmektedir. Bizler önce Adem’in orijinal günahını alarak lanetlenmiştik. Ama şimdi Tanrı’nın lütfu ve iman aracılığı ile Mesih’in doğruluğunu alarak aklandık. Aklanmış insan Tanrı tarafından kabul edilmiş insandır ve kendisini Tanrıdan uzak kılacak her şeyden ve her türlü suçtan temizlenmiş ve kurtulmuştur.”
Kısaca ifade etmek gerekirse, bugünkü Hristiyanlık’ta insanlar iki guruptur; insanları ebedî seçilenler/kurtuluşa erişenler ve lanetliler, ebedî cezaya/ölüme mahkûm olanlar şeklinde iki kısma ayrılmıştır. Ancak, insanların kurtuluşa erişmesi veya cezaya maruz bırakılmaları, onların bu dünya hayatında yaptıkları iyi veya kötü davranışlardan kaynaklanmamaktadır. Bu tamamen Tanrı’nın hür iradesiyle verilmiş bir karardır. Aslî günahtan dolayı insanlar zaten günahkâr ve tabiatı bozulmuş durumdadırlar. Dolayısıyla, bazı insanların ebedî cezaya mahkûm edilmeleri onlara yapılmış bir haksızlık değil, günahkârlığın doğal bir sonucudur. Protestanlık kurucularından J. Calvinin teolojisinde seçilmişlerin, bu dünyada yaptıkları iyilikler nasıl seçilmelerinin nedeni değilse, işledikleri günahlar da onların seçilmişliklerine ve nihaî kurtuluşlarına mani olmayacaktır. Pavlus’un deyişiyle, günahlar seçilmişliğe engel olsaydı, o zaman ilahî lütuf bir lütuf olmaktan çıkardı. Bu yaklaşım tarzı, elbette seçilmişlerin asla günah işlemeyecekleri anlamına gelmemektedir. Bilakis, seçilmişler işledikleri günahlar nedeniyle geçici bir süre Tanrı’dan uzaklaşmış olabilirler; ancak onların seçilmelerinin nedeni olan ilahî lütuf, nihaî kurtuluşlarına engel olacak bir davranış içinde olmaktan onları koruyacaktır. Seçilmişlik doktrine göre, seçilmişler arasında en günahkâr olanlar bile nihaî kurtuluştan mahrum kalmayacaktı. Yeter ki bir kere seçilmiş ol sonra günah işlesende sorun yok. Calvin’in hıristiyan olmayanların çocuklarının, çocuklukta ölmüşlerse, lanetlilerden olacağını savunmaktadır. Yani yeni doğmuş 10 günlük çocukta lanetlidir/cehennemliktir. Calvin, bu durumu, Hıristiyan Dini’nin Esasları (Institutes of Christian Religion) adlı eserinde açıklamaktadır. Tabi bu iddialar Pavlus’un kurduğu yeni dinine aittir. İncilde Hz. İsa’nın diğer havarilerine ait yazılarda böyle şey yoktur. Mesela Havari Petrus’un II. Mektubunda 3:9’da “Tanrı’nın, kimsenin mahvolmasını istemediği ve herkesin tövbe etmesini arzu ettiği açıklanmaktadır. Hz. İsa’nın kardeşi ve O’ndan sonra Kudüs’te havarilerin lideri olan Aziz Yakup, değil seçilmişliği “Sadece iman ile kurtulunur diyen Pavlus’u İncil’deki mektubunda açıkça karşı çıkmaktadır.
İnsanların Tanrı tarafından seçilmesi aralarında bazı ufak farklar olsa da aynen diğer Hristiyan mezheplerde de vardır. Yukarıda da değinildiği gibi, Protestanlar seçilme ve kurtuluş konusunda, iyi davranışların hiçbir etkisinin olmayacağına inanmaktadırlar. Katolikler ise, kurtuluşa erişeceklerin seçiminde Tanrı’nın karşılıksız bir seçme hakkına sahip olduğunu kabul etmekle birlikte, insanın iyi davranışlarının bu süreci tamamladığını savunmaktadır. Hiç kimse dine dönmek için Tanrı’nın ihsan ettiği ilk lütfu hak edemez. Yapılan iyi işler, Tanrı’nın verdiği bu ilk lütfu büyütür. ( Katolik Kilisesi Din ve Ahlâk İlkeleri, s. 464-470)xAyrıca madem ki, İnsanları doğmadan önce Tanrı onları Hristiyan olarak seçiyor da bu kadar misyoner ne diye insanları dine davet eder ki?
Gelelim asıl mesele olan insanlar arasındaki çatışmalarda bu seçilmişliğin etkisine. Yahudilerin geçmiş insanlık tarihinde, sahip oldukları güçlü bir devletleri olmadığından, doğrudan devletler arasındaki çatışmalarda görünür bir role olmadıkları sanılsa da içinde yaşadıkları devlet ve toplumlarda bir fitne ateşi yaktıklarından fark edildiklerinde devamlı katliamlara ve sürgünlere uğramışlardır. Devletleri devamlı bir çatışmanın içine itmişlerdir. Ancak Hristiyanlık Roma İmparatorluğu’na hakim olmaları ve daha sonra Papa önderliğindeki devletler kurmaları, tarih boyunca Haçlı Seferleri’nde olduğu gibi, sebep oldukları çatışmalarda tarihte SEÇİLMİŞ/BEN ve LANETLİ/ÖTEKİ etkisi son derece etkin olmuştur. Özellikle Amerika ve Avrupa’daki kiliseler, köle ticaretinde tarihsel olarak önemli roller oynamıştır. Zaten Hristiyanlık’tan bi haber Afrikalı zenci halk, Tanrı tarafından lanetlenmiş insanlardı. Özellikle Katolik Kilisesi, dünyanın dört bir yanına yapılan köle ticaretini destekleyen veya buna göz yuman bazı papalık fetvalarıyla meşruiyet vererek, bu ticarete katkı sağlamıştır. Örneğin, 15. yüzyılda Papa V. Nicholas, Portekizlilere köle ticaretini yapma yetkisi veren belgeler yayınladı. Bu durum, Afrikalı insanların köleleştirilmesini meşrulaştırdı ve köle ticaretinin büyümesine katkıda bulundu. Daha sonra Bu işin başını geçen İngiltere’deki köle ticaretinin arkasında, tek sabıkalının İngiliz kilisesi olmadığı, Roma Katolik Kilisesinin yüzyılı aşkın bir süre, Avrupa’nın dışındaki diğer kıtalardaki genişlemesini ve kurumlaşmasını, köleleştirdiği Afrikalıların alım satımından elde ettiği servetlerle finanse ettiği biliniyor. Afrikalıların kitlesel olarak kaçırılması ve köleleştirilmesini; Portekiz, İspanya ve Fransa’nın küresel genişleme çabalarında köleleştirilmiş iş gücü kullanmasını onayladığı da bilinen diğer gerçekler. Avrupa’dan kıtaya göç eden Protestan kitlelere ulaşmada geride kalan Amerika Katolik Kilisesinin de genişlemesini finanse etmek için yalnızca köle emeğine değil, köle alım satımına yöneldiğine dikkat çekmektedir. Daha sonra kilisenin etkisinin azalmasıyla yeni kurulan cumhuriyet idareleri de bu seçkinliğe kendilerinin daha medeni oldukları savlarını eklemişler ve dünyayı bu amaçla medeniyet götürme iddialarıyla sömürgeleştirmişlerdir. Amerikan yayılmacılığının bir tür “Mesihsel” temele dayandırılarak meşrulaştırıldığı, Amerikalılarca 19. yüzyılda geliştirilen “Manifest Destiny” (Belirlenmiş kader) teorisinde görülebilir. Bu teoriye göre, Amerikalıların Tanrı tarafından seçilmiş bir halk olduğu ve dolayısıyla askeri, kültürel ve ekonomik yönden yayılması gerektiği, Tevrat öğretisinde Yahudiler için geçerli olan seçilmiş halk inanışı Amerikan ruhuna işlenmiştir. İşte günümüzde de ABD başkanları yayılmacılıklarını bu gerekçeye dayandırmaktadır.
İslam’da Seçilmişlik
İslam’da seçilmişlik yoktur. Kur’an’da, daha önceki dinlerin seçilmişliklerinin hiçbir geçerli yönü olmadığı Allah tarafından açıkça bildirilmiştir:
“Vaktiyle Rabbi, İbrahim’i bazı sözlerle sınayıp da İbrahim onları eksiksiz yerine getirince, “Ben seni insanlara önder yapacağım” buyurmuştu. İbrahim, “soyumdan da” deyince Rabbi, “Vaadim zalimleri kapsamaz” buyurdu. (Bakara, 2/124)
“Yahudiler ve Hristiyanlar, ‘Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız’ dediler. De ki: ‘Öyleyse Allah günahlarınızdan dolayı sizi niçin cezalandırıyor?’ Doğrusu siz de O’nun yarattığı sıradan insanlarsınız…” (Mâide, 5/18);
İslam Dini’ne göre Tanrı katında insan yaratılanların en mükemmelidir:
“Muhakkak biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (Tîn, 95/4)
Allah’ın insanı kendilerinden üstün tutup övünce, melekler insanın bozgunculuk yapacak biri olduğunu söyleseler bile O, yinede insandan yana tavır koymuştur:
“Hani Rabbin Meleklere: ‘Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti. Onlar da: ‘Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?’ dediler. (Allah): “Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim” dedi. (Bakara-30)
“Gerçekten biz Âdemoğullarını şerefli kıldık, onlara karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar lutfettik, onları temiz ve hoş nimetlerle rızıklandırdık ve onları yarattığımız varlıkların bir çoğundan üstün kıldık..” (İsrâ, 70)
İslam’da sadece iyi/insanlara yararlı işler yapanlar övülmekte ve böyle kişiler sevilmektedir. Ancak bu kişiler de diğer insanlardan üstün haklara sahip olmayıp, bütün insanlar bir tarağın dişleri gibi eşit yaşama hakkına sahiptir. Kimsenin malı canı ırzı başkasına helal değildir. İslâm’a göre, Allah’ın bizzat seçerek risâlet görevini verdiği peygamberler (el-En’âm, 6/124; eş-Şûrâ, 42/13) dışında hiç kimse ya da grup özel bir seçilmişlik konumuna sahip değildir. Herkes kul olarak eşittir ve kendi yapıp ettiklerinden sorumludur. Allah’ın bir kişiyi sevmesi ise, O’nun Kur’anda belirttiği güzel vasıflara sahip olmasıyla mümkündür. Kişinin Allah tarafından sevilmesinin bir ırk veya fiziki durumuyla alakası yoktur. Ancak kişi kendi gayretiyle yaptığı iyi işlerden dolayı sevgili bir kul olmayı hak eder. Kur’anda açıklanan iyi işlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Allah, güzellik sergileyen, Allah’ı görür gibi O’na kulluk yapanları (Bakara,2/ 195) ;), tevbe edenleri ve temizlenenleri: (Bakara,2/ 222) , Rasûlullah’a tâbi olup uyanları: (Âl-i İmrân,3/ 31) , takvâ sahibi muttakîleri, (Âl-i İmrân,3/ 76), sabredenleri: (Al-i İmrân,3/ 146), adil olanları: (Mâide,5/ 42), (Hucurât,49/ 9)… sever. Allah’ın sevmediği kötü işler:
Aşırı gidenleri, (Bakara, 2/190) , fesâdı/bozgunculuğu, (Bakara,2/ 205), fâsidleri/bozguncuları, (Mâide, 5/64), günahlarda ısrar eden nankörleri, fâizle uğraşanları, (Bakara, 2/276) , kâfirleri, Allah’a ve Rasûlüne itaat etmeyenleri, (Âl-i İmrân, 3/32), zâlimleri, (Âl-i İmrân, 3/57, 140), şımarıkları, (Kasas, 28 /76), kendini beğenip böbürlenen kimseleri, (Nisâ, 4/36), (Lokman, 31/18 ), hâin günahkârları, (Nisâ, 4/107), isrâf edenleri, (En’âm, 6/141, A’râf, 7/31)…sevmez.
Bütün bunlardan sonra şunu söyleriz ki; İslam Dini insanları ötekileştirip, kimseyi dini için zorlamamış, herkes inancında özgür olmuş, bir saldırı olmadıkça karşı bir saldırıdan kaçınılmış ve çatışmaları körükleyici bir rol oynamamıştır. İslam dünyası, yüzyıllardan bu yana her ırka ve dine en hoş görülü yaklaşan ve BEN ve ÖTEKİ oluşturmaktan uzak bir İNSAN anlayışına sahiptir. Yönetimlerde aile kökenli saltanatlarda olsa, bu ilke fazla istismar edilememiştir ve farklı da olsalar insanları kardeşçe bir arada yaşatmayı sağlamışlardır. Bunun şahidi, İslam Dünyası içinde yüzyıllarca bir arada yaşadıkları halde, diğer ırklar ve dinler asimile edilmemiş. Osmalı’nın toprakları üzerinde 45 devlet kurulmuş bunların 13’ü Avrupa’dadır. Dilleri ve dinleri unutturulmamıştır.
x- https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/143657