Amerikan toplumunun ne denli dindar ve kiliseyle iç içe olduğunu çocukluğumda severek takip etmiş olduğum Bonanza ve Küçük Ev dizilerinden hatırlarım. 2011 yılında Washington DC’de bir süre yaşamış ve Avrupa’nın aksine Amerikan toplumunun dinlerine ve kiliseye olan bağlarını bizzat yerinde müşahede etme fırsatı da bulmuştum. ABD Kongresi’nde görev yaparken, her yasama yılının başında Kongre Rahibinin, o yıllarda Reverend Daniel Coughlin’in, duasıyla yasama faaliyetlerine başlandığını, duaya onlarca din adamıyla birlikte milletvekilleri, Kongre çalışanları ve ailelerinin iştirak ettiğine bizzat şahit oldum. Ayrıca Milletvekillerinin görevlerine başlarken “Amerika’nın Allah’ın yardımı ve inayetiyle tek bir millet olarak yaşaması için çalışacaklarına” yemin ettikleri gibi hususları ülkeme döndüğümde Stratejik Düşünce Enstitüsüne yazdığım, “ABD Parlamentosundan TBMM’ye Notlar” başlıklı raporumda dile getirmiştim. Bundan bir ay kadar önce, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun, Fox News’te katıldığı programa “alnında kül ile çizilmiş bir haç” işaretiyle çıktığını ve Kül Çarşambası ibadetini yerine getirdiğini de bu mevzuya kanıt olarak okurlarıma hatırlatmış olayım.
Amerika’da bu denli canlı yaşanan Hristiyanlığın, bir ilahiyatçı olarak bize öğretilen Hristiyan ilahiyatı ve inanç sisteminden çok farklı ögeler barındırdığını biraz dikkatli bakınca anlamak zor değil. Bir kere, Amerikan coğrafyasında, Süryanilik, Kıptilik, Apostolik gibi kadim Hristiyan kiliselerinden ya da Avrupa’daki Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık mezheplerinden çok farklı olan mezhepler ve bu mezheplere ait kiliseler çoğunlukta. Amerika’daki Hristiyanların %50’den fazlası 2002 yılında Gallup tarafından yapılan bir ankette kendilerini Evangelist Hristiyan olarak tanımlamışlar. Evangelistler, radikal ve fundemantalist methodistler, mormonlar, adventistler, pentakostalistler hatta tüm modern ve teknolojik yaşamı reddeden ve sadece kendilerinin cennete gireceğine inanan amişler ve mennonitler gibi, Protestanlıktan ayrılmış gruplardan oluşmaktadır. Anlaşılan o ki, bundan yaklaşık 300 yıl önce Avrupa kıtasından Amerika’ya göç ederken, köklerinden koptukları gibi dinlerini de geride bırakan ve özgürlük adına yeni din ve mezhep arayışlarına giren insanlar olarak tanımlanabilir Amerikalılar. Yeni kıtada kısa yoldan zengin olma hırsı inanç sistemlerini de etkilemiş olmalı ki, faizi reddeden Katoliklere karşı faizi serbest bırakıyor, ‘ahiretten’ çok bu dünya ile ilgili düzenlemelere vurgu yapıyor, çalışmayı, ticareti ve üretimi kutsayan bir mezhep olan Evangelizmi benimsiyorlar.
Evangelizmin bir din/mezhep olarak gelişmesinde Siyonistlerin nasıl bir rolünün olduğu mutlaka derinlemesine incelenmelidir. Zira Amerikan dini yaşamının başat aktörü olan Evangelizmle ilgili okumalar ve izlenimler kısaca şunlara işaret ediyor: Seçilmiş insanlar olduklarına inandıkları Yahudilerin, Tanrı’nın isteği gereğince ve bir kıyamet koşulu olarak desteklenmesi gerektiğine inanmaktadırlar. Evangelistlere göre İsrail’in bugünkü toprakları, Hz. İsa’nın doğduğu, vaaz ettiği, çarmıha gerildiği ve yeniden canlanacağı topraklardır. Bu sebeple her yıl on binlerce Amerikalı Hristiyan, Hz. İsa’nın ayak izlerinde yürümek için İsrail’e gider. Evangelistlere göre iyi ile kötü arasında gerçekleşecek olan büyük savaştan (Armageddon) sonra, Mesih gelecek, sonra da kıyamet kopacaktır. Armageddon savaşını ne kadar çabuk başlatırlarsa Mesih’in gelişinin de o kadar çabuk olacağına inanırlar. Tabi onlara göre iyi olan kendileri ve kötü olan da Evangelistlerin düşman belledikleri bütün bir İslam dünyasıdır. Onlara göre kıyamet 2000’li yıllarda Ortadoğu’da kopacak ve onlar da İsa Mesih sayesinde dünyaya hâkim olacaklardır. Bunun hızlandırılmasına yardımcı olanlar hele de İsa’nın yeryüzüne indiğine şahit olanlar cenneti garantileyeceklerdir.
2003 yılında Newsweek Dergisinde “Bush and God” isimli bir dosya yayınlanmış ve aralarında bendenizin de olduğu bir grup Refah Partili danışman bu dosyayı ESAM adına Türkçe’ye çevirmiş ve dağıtmıştık. Orada, kendisinin bir Evangelist olduğunu gururla ifade eden Başkan George W. Bush üzerinden Evangelistlerin ABD siyaseti ve dış politikası üzerinde ne denli ağırlıkları olduğu çok net anlaşılıyordu. “Tanrı benim üzerimden konuşuyor” diyen Bush, Evangelist inancı gereği 2. Körfez Harbini çıkarmış ve İsa Mesih’in inmesini kolaylaştıracak adımları atmıştı. Aslında 80’li yılların başında yine bir Evangelist olan Başkan Roland Reagan, Saddam’ı tahrik edip İran üzerine saldırtmıştı. 90’lı yılların başında ise Baba George H. W. Bush, 1. Körfez Savaşıyla Irak’ı işgal ederek, 2000’li yıllara girerken, Ortadoğu’da ilk Evangelist ateşleri yakmışlardı. 11 Eylül saldırılarının da Evangelist bir aklın ürünü olduğundan Dünya artık şüphe etmiyor.
Amerikan siyasetinde Cumhuriyetçilerle Evangelistler arasında romantik bir ilişki var. Muhafazakâr yapıları, dindar kimlikleri Cumhuriyetçilerin radikal dini akımların desteğini almasını kolaylaştırıyor. Reagan döneminde, Baba oğul Bush dönemlerinde ve son olarak da Trump döneminde 100 Milyonu bulan Evangelistler, verdikleri blok oylarla Cumhuriyetçi adayları iktidara taşıyabildiler. Son seçimlerde Trump’ın seçimleri rahat kazanmasında, Evangelistlerin son anda tercihlerini blok olarak Trump’tan yana kullanmalarının rolü büyük oldu.
Hâlbuki Körfez Savaşında çok sayıda askerini kaybeden Amerikan halkı, savaş sonrası tercihlerini, Evangelistlerin Cumhuriyetçilere olan yoğun desteklerine rağmen, Demokratlardan ve Obama’dan yana kullanmışlardı. Aynı şekilde 1. Körfez Savaşından sonra Baba Bush’un Ortadoğu politikalarından rahatsız olan Amerikalılar da tercihlerini Clinton’dan yana kullanmışlardı. Demokrat adayların her iki zaferinin de İslam Dünyasında sevinçle karşılandığını dün gibi hatırlarım. Bu sevincin nedenlerinin bu yazının tahtında mündemiç olduğu izahtan varestedir.
Birinci döneminde Başkanlık koltuğuna oturduktan sonra ilk ziyaretini Suudi Arabistan’dan başlayarak İsrail’e ve Ortadoğu’ya yapan Cumhuriyetçi Başkan Trump, aslında, kendinden önceki Cumhuriyetçi başkanlar Reagan ve baba oğul Bush’lar gibi Evangelist itikadının gereğini yapıyordu. Ortadoğu ziyaretinin hemen akabinde, Suudi Arabistan ve Mısır önderliğinde Katar’a başlatılan ambargo, hiçbir ekonomik ve siyasal gerekçeyle izah edilebilecek bir kriz değildi. Zira Katar’da ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) önemli bir üssü bulunmakta, Katar’ın ABD ile 22 Milyar Dolarlık silah anlaşmasının yürürlüğü hala devam etmekte, Katar’da ABD’nin ve dünya sisteminin en küçük bir menfaat kaybı bulunmamaktaydı. Katar petrol ve doğalgazının ABD kontrolünden çıkması da söz konusu değildir. Kısaca bazılarının sık sık yanlış yorumladığı gibi konu petrol savaşı veya krizi de değildi. İkinci Başkanlık döneminde de Başkan Trump, ilk ziyaretini önümüzdeki ay Suudi Arabistan’a ve bölge ülkelerine yapacağını açıkladı. Netenyahu’yu Beyaz Saray’daki kabulünde de İsrail’in başta Suriye ve Türkiye politikalarına dair destek ve tavsiyelerini açıkladı. Gazze’nin Filistinlilerden arındırılması ve o bölgenin turistik merkeze dönüştürülmesi görüşlerini ise tüm tepkilere rağmen sürdürdü. Anlaşılan o ki, Başkan Trump, dini inancı gereği bölgeyi istikrarsızlaştıracak politikalarla Hz. İsa’nın gökten inmesini hızlandıracak politikalara öncelik vermeye hızla devam ediyor. Petrol ya da bölgesel çıkarlar esas amacı gizleyen amaçlar olarak öne çıkıyor.
Artık anlamalıyız ki, esas mesele, 2000 yılını 25 yıl geçtikten sonra artık İsa Mesih’in geliş hızına bir ivme kazandırmaktan ibarettir. Büyük savaş için geri sayım başlamıştır. Suriye ve Irak başta olmak üzere Ortadoğu politikalarını Amerikan ilahiyatı perspektifinden okumadığımız müddetçe, çözüm de üretebilecek gibi değiliz. Başkan Trump’ın Sn. Cumhurbaşkanımız’a olan sempatik ve bazen haddi aşan yakınlıklarını bu gözle okumayan tüm diplomatik yaklaşımlar yanılmaya mahkûmdur.