Ağaç ve Ormanın Kutsallığı

Yayınlama: 03.08.2025
37
A+
A-

Eski Türk inanışlarından yansıyan kutsallıklardan birisi de ağaç ve ormanla ilgili…

Şamanî Türklerin kutsal ağacı kayın ağacı. Çocuğu olmayan kadınlar bu tür ağacın altında dua ederlermiş. Evliya Çelebi Kuzey Kafkasya’da ağaca tapan insanları anlatıyor. Diyor ki;

“Her yıl bu ağacın altına gelip yiyip içip giderler. Elbette ki bu ağacın yöresinde nice kez yüz bin balmumu ve yıl mumu yakıp her gece çerağan edip yanlış töreleri üzere ağaca taparlar. …” (cilt 7. Sayfa 740)

Dokuz Oğuz destanında Tuğla ve Selenga ırmaklarının arasındaki bir adacıkta çam ve hus ağacının üzerine inen ışıktan Dokuz Oğuzlar türemişlerdir. Oğuz destanında bir ağaç kovuğunda doğan çocuğa Kıpçak adı konmuş.

Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi’nde Hazret-i Pir kendisini kuşatanlardan kurtulmak için Hırka Dağı’ndaki ardıç ağacına sığınır. Ağaç dalları ve yapraklarıyla Hazret-i Pir’i saklar. Gelenler kendisini göremezler. Hacı Bektaş orada kırk gün çile çıkarır. O ağaç o gün bugündür kutsanmakta.

Anadolu’da ağaç kültü Tahtacılar ve Yörükler arasında yayılmış. Tahtacıların tarihteki adları Ağaç Eri’dir. Bu addan da anlaşılacağı üzere, geçimlerini orman işleyerek sağlamaktalar.

Bugün bile onlar Muharrem ayında kesinlikle ağaç kesmezler. Yeniden ise başladıklarında ağaçlara dua ederler. Onların özellikle tek ağaçları kutsadıklarını görmekteyiz.

“Dede Korkut hikayelerinde dağ, su, ağaç kültü açık olarak göze çarpmakta. Kâfirler Uruz’u asmak için bir ağacın dibine götürürler. Uruz Bey aman isteyip ağaca seslenmiş.

Ağaç ağaç dersem arlanma ağaç!

Mekke ile Medine’nin kapısı ağaç!

Musa Kellimin asası ağaç;

Büyük büyük suların köprüsü ağaç;

Kara kara denizlerin gemisi ağaç,

Şahı merdan Ali’nin Düldülünün eyeri ağaç;

Er olsun, avrat olsun, korkusu ağaç;

Başını alıp bakacak olsam başsız ağaç;

Dibini alıp bakacak olsam dipsiz ağaç;

Beni sana asarlar taşıma ağaç!

Eğer taşıyacak olursan gençliğim seni tutsun ağaç!

Kara hinli kullarıma buyuraydım,

Seni bölük bölük doğruya idiler ağaç!”

Dede Korkut’un izinin Pir Sultan’da da sürdüğünü görüyoruz. Pir Sultan, ağaca kem gözle bakılmasına dayanamaz. Sarı tamburasının aslının ağaç olduğunu, ağaç derse gönüllenmemesi gerektiğini, zira kırmızı gülün de ağaçtan olduğunu ve Hasan Hüseyin’in beşiğinin de ağaçtan olduğunu ekler. Nihayet şöyle bitirir:

“Yeter Pîr Sultan’ım yeter

Dertlilere derman katar

Türlü türlü meyve biter

O da yine ağaçtandır”

Evet… Orman güzellik ve zenginlik demektir. Onsuz memleket çöldür, çoraktır. Orman bulutları, bulutlar ormanları sever. Orada konaklar. Boşanır sağanaklı yağmur… Ormanlar, suların öz annesi. Gölgelikte doğup büyüyen dereleri ormanlarımız korur, besler ninni söyler.

Elma olur, ayva olur, armut olur. Şanlıurfa türküsünde nar olur:

“Bahçede nar ağacı

Sensin başımın tacı”

“Büyük cevizin dibi / Ne durursun el gibi” diyor bir Erzincan türküsü. Lütfen ağaçlara da el gibi durmayalım. Onların gölgesinde bir mitoloji yolculuğu yapalım:

Mitolojiye göre ağaçlar tanrıların ve özellikle orman perilerinin meskeni kabul ediliyordu.

Sümerlerde kâinat ağaç biçiminde tasavvur edilmişti. Ağaca en anlamlı ve gerçekçi yaklaşımı İslam ananesinde görmekteyiz. Çocuk yetiştirmek, kitap yazmak ve ağaç büyütmek önemli sayılmış. Hurma ağacı, İslam’da ağaca verilen değerin ve onu kutsallaştırmanın en güzel örneklerinden biri. Cennette Sidre’de bulunan ve dalları bütün Cennet’i gölgeleyen Tuba ağacından da söz edebiliriz. Anadolu’da hurma ağacı bulunmaz, ama her dere boyunda iğde ağaçlarına rastlayabilirsiniz.

error: Kopyalama Yasak