Şol gökleri kaldıranın,
Donatarak dolduranın,
Ol deyince olduranın,
Doksan dokuz adıyla
Dünya dönüyor. Saliseler, saniyeler, dakikalar, saatler birbirini kovalıyor; günler, aylar, yıllar geçiyor. Zaman akıyor; yüz yıllar, bin yıllar oluyor. Zaman hep akıyor.
Belirlenmiş her zaman bitiyor. Ramazanı bekliyorduk, o da bitti. Bayram da bitti. Gelenler gitti. Akış devam ediyor.
Şair, “Nedir zaman?” diyor.
Nedir zaman, nedir?
Bir su mu, bir kuş mu?
Nedir zaman, nedir?
İniş mi, yokuş mu?
Bir sese benziyor;
Arkanız hep zifir!
Bir sese benziyor;
Önünüz tüm kabir!
…
Zamanın çarkları,
Sizi yürütüyor!
Zamanın çarkları,
Beni öğütüyor.
…
Necip Fazıl Kısakürek
Zamanın ne olduğu konusunda âlimler çalışıyor, çalışsınlar. Bizim zamanla ilişkimiz nasıl olmalıdır? Yaratıcı bize yol gösterdiği rehberimizde neler buyuruyor, bakalım:
“Biz, geceyi ve gündüzü birer âyet (delil) olarak yarattık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için…” (İsrâ / 12)
“O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı (vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü kılmıştır…” (En’âm / 96)
“Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (aya) birtakım menziller takdir eden O’dur.” (Yûnus / 5)
Görülüyor ki yıllar, aylar, günler olarak ölçtüğümüz zamanı bize ölçü olarak takdir eden, Rabbimizdir. O ölçüyle hem dünya hayatımızı hem âhiret hayatımızı planlarız. Hem ibadetlerimizi hem de işlerimizi buna göre yaparız. Planlı iş daima hedefe daha iyi ulaşır.
Sonra Rabbimiz sabahı aydınlık kılmıştır; iş görelim, Rabbimizin nimetlerini araştıralım istemiştir. Kazanalım, veren el olalım, şükredelim.
Geceyi de dinlenme zamanı olarak ayırmıştır. Sabaha sağlıklı, dinç kalkalım diye. İlim adamları bas bas bağırıyor: İnsan vücudunu en iyi yenileyen uyku, saat 22.00 – 04.00 arasında, karanlıkta uyunan uykudur. Biz ne yapıyoruz? Bunu açıklamaya gerek yok.
“Kendi kendilerine, Allah’ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi?…” (Rûm / 8)
“…(Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. …” (Rad / 2)
Yani dünya hayatı her varlık için sınırlıdır. Öyleyse dünya hayatında bize ayrılan süre nedir? Bu süreyi nasıl kullanalım? İnsanın zaman konusunda en çok üzerinde durması gereken nokta budur.
Doğarken başlayan hayat yolculuğunun ne zaman sona ereceği bilinmiyor. Herkes için farklı bir vakit tayin edilmiş. Herkes bu süre içinde yaptıklarından sorumlu.
Efendimiz (sav) buyuruyor ki: “Dünya ahiretin tarlasıdır.” Âhiretimizi dünyada kazanmamız gerekiyor. Öyle ise dünya hayatı biterken boş durmak, zamanın kıymetini bilmemek hangi akla hizmettir?
Dünyada önce tarlamıza iman tohumları saçalım, sonra iyilik suyu ile sulayalım, ibadetlerle besleyelim. Ötede beride çıkan dikenleri, zehirli otları tövbe ikramıyla temizleyelim. Sonunda bakıldığında gönüllere haz veren hasada ulaşalım. Tarlamıza bakmazsak, daha vakit var dersek, bir de bakmışız ki yolun sonuna gelmişiz. Koca Yunus 82 yıl için;
Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi
Şol göz yumup açmış gibi
diyor.
Şu anda dünyamızın en büyük bunalımı olan ve sınırlı zamanımızı telef etmemize sebep olan “Allah’a kul olamama” problemimizi berrak Türkçesiyle Abdurrahman Önül şöyle dile getiriyor:
“Geldi geçti ömrüm boşa
Allah’a kul olamadım
Uydum nefse o şeytana
Allah’a kul olamadım
…
Anladım ki dünya yalan
Yoktur burda baki kalan
Bir metre bezmiş lazım olan
Mevla’ya kul olamadım”
Yalan olan bir dünya hayatı için bütün ömür sermayemizi harcarsak, ebedi olan hayat için elimizde pişmanlık ve hayıflanmadan başka ne kalır?
“Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi.
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.”
Yunus Emre
Artık bu konuyu sizlere bırakıyorum. Hele bir düşünelim.