Geçen yazımızda kara balla ağzımızı tatlandırmış, yüzümüze tebessüm kondurmuştuk. Bu kez, baldan da tatlı olan bir konudan, güler yüzden söz edelim. Çünkü bal dili tatlandırır, güler yüz ise kalbi.
Güler yüz… İnsanlığın en eski dili. Kelimelerden önce vardı. Mağara duvarlarına resim çizen ilk insan bile, karşısındakine saldırgan bakmadığında gülümsüyordu. Çünkü tebessüm, güvenin işaretiydi. İnsan topluluklarının varlığını sürdürebilmesi, birbirine düşman değil dost olabilmesi için güler yüze ihtiyacı vardı.
Tarihe bakın; savaşlardan çok önce barışın sembolü hep gülümseme olmuştur. Asurların, Hititlerin kabartmalarında bile ellerini uzatırken yüzlerinde hafif bir tebessüm vardır. Anadolu’nun eski töresinde misafir kapıya geldiğinde önce ekmek değil, önce gülümseme ikram edilirdi. Çünkü güler yüz, sofradan da kıymetliydi.
İnancımız da bu gerçeği hatırlatır: “Müminin kardeşine tebessümü sadakadır” Yani, bir gülümsemenin tarihi sadece insana değil, sevaba da uzanır. Atalarımız da boşuna “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” dememiştir. Yani güler yüzün tarihi aslında insanlık tarihi kadar eskidir, inancımız kadar değerlidir, kültürümüz kadar köklüdür.
Ama bugün? Neden unuttuk?
Yıllar önce, Çan Devlet Hastanesi’nin yeni açıldığı günlerde kızımı çocuk doktoruna götürmüştüm. Kapıyı çalıp içeri girdim. Hemşire hanıma:
“Günaydın, bu sabah daha iyisiniz umarım” dedim.
Birkaç saniye yüzüme baktı, şaşkınlıkla. Sonra dedi ki:
“Çok zamandır bu meslekteyim, sabah gelip de bu kadar güler yüzlü, hoş sohbet davranan birini görmedim. Onun için şaşırdım.”
Düşündüm… Demek ki insanlar selam vermeyi, tatlı söz söylemeyi, gülümsemeyi unutmuş. Oysa hasta olmak da, hastayla uğraşmak da zor; ama hayatı daha da zorlaştırmak elimizde değil. Bir tebessüm, bir tatlı söz belki de onca ilacın veremediği şifayı verir.
Kültürümüzde, inancımızda, töremizde bu kadar köklü yeri olan bir davranışın bugün unutulması ne acı! Halbuki güler yüz sadece başkasına iyilik değildir; insana kendi iç huzurunu da verir. Gülümseyen insanın yüzüyle beraber kalbi de açılır.
Hayat zaten kısa… Birbirimize diken olmayalım, gül olalım. Hastane koridorlarında, iş yerlerinde, sokaklarda, pazarlarda… Nerede olursak olalım, yüzümüzden tebessümü eksik etmeyelim. Çünkü güler yüzün tarihi bize gösteriyor ki, insanlığın ayakta kalmasının sırrı kavga değil, tebessümdür.
Bir önceki yazımızda kara balla ağzımızı tatlandırmış, yüzümüzü güldürmüştük. Bu yazıda ise yüzümüzü kalıcı kılacak asıl tatlılıktan, güler yüzden söz ettik. Demek ki hem dilin hem gönlün tatlılığıyla hayat daha güzel.