Orta Doğu girişi olup çıkışı bulunamayan bir labirent, bir girdap gibidir. Zengin yeraltı kaynaklarına sahip bu bölgede, etnik kabile anlayışları, bağnaz dini inanışlar, ibadet zannedilen Arap örfü, millet olma bilincine ulaşamamış kitleler, süper güçlerin maşası olmuş ihanet odakları bölgeyi cehenneme çevirmeye devam ediyorlar. Yeraltı zenginliklerini yağmalamak ve silah satmak için küçük kıvılcımlardan büyük yangınlar çıkarıyorlar. Yazık oluyor binlerce masum insana, çocuğa… Orta Doğu bataklığından Türk milletini çekip çıkaran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve Cumhuriyete minnet duymak gerekir. Bu bölgede ancak çok iyi bir siyaset ve güçlü bir askeri otorite başarılı olabilir.
Suriye’de Esad devrilip Şara yönetimi göreve gelince iç savaşı köpürtmek için bir takım etnik guruplar Yahudi destekli küresel silah baronları tarafından sahaya sürüldüler. Bu gruplardan biri de Suriye’nin güneyi, Lübnan ve Filistin topraklarında yaşayan Dürzilerdir. Dürziler kadim bir topluluktur ve geçmişi oldukça geriye gider. Bu etnik grup, özellikle Mısır’da hüküm sürmüş Fatımiler döneminde yaygınlaşmış ve varlığını bugüne kadar sürdürmüştür.
Dürzilik, “Fatımi halifelerinden Hâkim-Biemrillah döneminde (996-1021) Vezir Hamza b. Ali tarafından kurulan aşırı bir fırkadır.” (Mustafa Öz, Dürzilik, DİA, c. 10, s. 39).
Sapkın düşünce ve inançlarının temelini, Anuştekin ed-Dürzi adında Buharalı Türk asıllı birinden aldıkları için bu sapkın grup Dürzilik olarak meşhur olmuştur. Dürziler, önce Eyyubileri uğraştırmışlar, onlara karşı Haçlıların yanında yer almışlar, sonra Osmanlı devletinin başına bela olmuşlar ve en kritik dönemlerde Osmanlıyı arkadan vurmuşlardır.
“On bir ve on ikinci yüzyıllarda Müslümanlara karşı Haçlıları destekleyen Dürziler ile Müslümanlar arasında asırlar boyu çekişmeler süregelmiştir. Zaman içinde bazı Dürzi önderlerin Hristiyanlığı kabul etmesi Hristiyan ve Müslüman çatışmasında da önemli bir faktör olmuştur…” (Mustafa Öz, İGYA, Dürzilik, c. 1, s. 432).
Dürziler Osmanlı Devleti’nde isyanlar çıkararak Celâliliğe soyunmuşlar. Dürzilerden Hüseyin Paşa’ya vezirlik verilmiş buna rağmen İran seferine katılmamış ve idam edilmiştir. Devlet Dürzilerle iyi geçinmek için Halep vilayetini onlara vermiş, ancak Canbolatoğlu Ali Paşa, nüfuzunu Hama’dan Adana’ya kadar genişletmiş, müstakil bir hükümdar gibi kendi adına para bastırmış, hutbe okutmuş ve bazı Avrupa devletleriyle anlaşmalar yapmıştır. 1607’de Kuyucu Murat Paşa tarafından mağlup edilen Ali Paşa Halep’e kaçmış, ancak 1611’de yakalanarak idam edilmiştir. (Mustafa Öz, DİA, Dürzilik, c. 10, s. 46).
1830’larda tekrar baş kaldıran Dürzileri bu sefer Kavalalı M. Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa Suriye seferi esnasında (1831-1838) mağlup ederek mabetlerine girmiş ve birçok kitaplarına el koymuştur. (Mustafa Öz, DİA, Dürzilik, c. 10, s. 40).
İsrail’de bulunan Dürziler Batı Celile ve Kermel dağı eteklerinde yaşarlar. Bunlar 1948 işgalinden sonra topraklarına bağlılıklarından dolayı yerlerini terk etmemişlerdir. İsrail devletinin kuruluşu sırasında mukavemet göstermedikleri için burada bulunan Dürziler diğer Araplardan daha iyi muamele görmektedirler. (Mustafa Öz, DİA, Dürzilik, c. 10, s. 47).
İşgal altındaki Filistin topraklarında bulunan Dürzilerin büyük bir bölümü İsrail vatandaşı olmuş hatta bazıları İsrail ordusunda görev bile almışlardır. (Bk. Ömer Turan, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, s. 375).
Şu hâlde Dürziler İslâm’ın yanında değil daima Müslümanların karşısında olmuşlardır. Ayrıca Yahudiler kullanmadıkları bir topluluğu asla topraklarında barındırmaz. Müslüman Türk evladı unutma! Sana senden başka gerçek dost yoktur.
Dürzilik; Şiiliğin İsmailliye kolundan doğmuş ve İslâm ile bir alakası kalmamış haddi aşmış, ölçüyü kaçırmış aşırı ve sapkın bir gruptur.
Şiiliğin İmamiyye koluna göre İmamet, Hz. Ali ile başlamış oğulları Hasan ve Hüseyin ile devam etmiş sonra torunları Ali Zeynel Abidin, Muhammed Bakır ve Cafer Sadık’a intikal etmiştir. Altıncı İmam Cafer Sadık vefat edince (148/765) oğullarından her birine imamet nispet edilmiştir. İmametin Cafer Sadık’ın oğlu İsmail’e ait olduğunu söyleyenlere de İsmailliye denilmiştir. (Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi Giriş, s. 217)
“Haddi aşmak” anlamına gelen “ğulüvv” kökünden türeyen “ğali”, haddi aşan, tayin edilmiş sınırın ötesine geçen anlamına gelmektedir. Bunlara “haddi aşanlar” anlamında “ğaliyye” veya “ğulat” ismi de verilmektedir. Şu hâlde haddi aşan bu ğaliyye guruplarından Cafer Sadık’ın oğlu İsmail’i (ö.143 /760) imam kabul edenlere de İsmailliye adı verilmiştir. (Bk. Bekir Topaloğlu, age, s. 221).
Suriye’de (Halep, Kuzey Halep, Humus, Lazkiye ve Adana dolaylarında) yaşayan Nusayriler (Arap Uşağı) de Şiiliğin haddi aşmış İsmailliye koluna mensuptur. Suriye, Lübnan ve İsrail’de bulunan Dürziler de biraz farklı olsalar da aynı haddi aşan gruplar içinde yer almışlardır. (Bekir Topaloğlu, age, s. 247).
Tarihte ve günümüzde Dürzi toplumuna hâkim olan dört büyük aileden söz edilir. Bunlar Tenuhiler, Şihabiler, Ma’niler ve Canbolatlar. Adamlar hala aşiret kültüründen kurtulup millet olamamışlar.
Dürziliğin serüveni kısaca bu şekilde anlatılmaktadır.
“Dürzilik; Hamza b. Ali ez-Zevzeni’nin öncülüğünde kurulan ve altıncı Fatımi halifesi el- Hâkim Biemrillah’ın (386/411-996/1021) tanrılığını ileri sürerek İsmailliye mezhebinden ayrılan, İslâm dışı sapık bir mezheptir.
el-Hâkim Biemrillah halife olduktan sonra, mensup olduğu İsmailliye mezhebinin hiyerarşisi içinde en üst düzeye ulaşma ve ilahi bir şahsiyet olma yolunda bazı çabalar sarfetmiştir. Başta İsmailliye dailerinden (propagandistlerinden) Hamza b. Ali olmak üzere bunu fırsat olarak değerlendirmek isteyen halifenin çevresindeki diğer İsmailliler, onun izni ve yardımı ile örgütlenerek propagandalarına başladılar. 1 Muharrem 408/30 Mayıs 1017 tarihinde bu örgüt mensuplarınca artık, İslâm’ın emrettiği ibadetlere ihtiyaç kalmadığı ve yeni bir devrenin başladığı ileri sürülerek el-Hâkim’in tanrılığı ilan edildi. Bu inanışa göre, bütün dini gerçekler kurulan yeni sistemde mevcut olup başka bir dine ihtiyaç yoktu…” (Mustafa Öz, İGYA, Dürzilik, c. 1, s. 431).
“Bütün bu faaliyetler yürürken, sahneye el-Hâkim’in uluhiyetini ilanından evvelki dailerinden biri olan Anuştekin ed-Dürzi (ed-Derez) adlı biri çıkar. Anuştekin, Buharalı bir Türk’tür ve 407/ 1016’da Mısır’a gelmiştir. El-Hâkim’in, Hamza yerine kendini imam tayin etmesi için onun görüşlerini lehine çevirerek propaganda yapar. Hatta kendisine ‘Seyyid’ül- Hadin /yol gösterenlerin efendisi’ der. Ancak onun aşırı fikirleri halkı galeyana sevk eder. El-Hâkim ondan uzaklaştığını söylerse de, hareket artık onun adıyla Duruz/Dürziler şeklinde meşhur olur…” (Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslâm Mezhepleri, s. 220).
Şu hâlde Dürzilik adını; vezir Hamza b. Ali’nin yakınlarında olup mezhebin propagandası için büyük çaba harcayan Buharalı Anuştekin ed-Derez isimli bir şahıstan almıştır. Mezhep içinde onun görüşleri egemen olmuş ve mezhep, Dereziye yahut halk ifadesiyle Dürziye diye meşhur olmuştur. (Bk. Mustafa Öz, İGYA, Dürzilik, c. 1, s. 431).
“Dürzilik, Fatımi halifesi el-Hâkim Biemrillah’ı tanrılaştıran bâtıni bir fırkadır. İnançlarından çoğunu İsmaillilerden alan Dürzilik, Anuştekin ed-Dürzi’ye dayanır. Mısır’da doğmuş fakat çok geçmeden Şam’a göçmüştür. Pek çok din ve düşünceden alınma inançları, oldukça karışık bir yapı gösterir. Benimsedikleri ilke gereği düşüncelerini, gizli tutar, halka açıklamaz, öğretmez, ancak kırk yaşına ulaşanlara bu yasağı uygulamaz…” (Çağdaş Fikir Akımları Ansiklopedisinden Ömer Turan, age, s. 375).
Düşüncelerinin ve inançlarının temelini yedi esasın oluşturduğu nakledilir. Bunlar şöyle sıralanıyor: Doğruluk, din kardeşlerini korumak, namaz-oruç gibi ibadetlerden vazgeçmek, iblisler ve azgınlardan uzaklaşmak, Hâkim Biemrillah’ı her zaman tek tanrı olarak kabul etmek, Hâkim’in hüküm ve fiillerine rıza göstermek, her durumda Hâkim’in hükmüne boyun eğmek… (Bk. Mustafa Öz, Dürzilik, DİA, c. 10, s. 43-44).
el-Hâkim Biemrillah Ebu Ali el-Mansur, miladi 985-1021 tarihleri arasında yaşamış Fatımi devletinin kendisini tanrı ilan eden sultanıdır.
“… İttifakla belirtildiğine göre el-Hâkim sert mizaçlı, merhametsiz, insan öldürmekten zevk alan, kendisine nasihat edenlere zulümle karşılık veren bir kimse idi. Söz ve davranışlarında tutarlılık yoktu. Bazen son derece cömert olur, bazen de aşırı derecede cimrileşirdi. Giydiği yünlü elbiseyi yıllarca değiştirmez, gece ve gündüz kandil ışığında oturur, uzletten hoşlanırdı. Eşek üzerinde çarşı pazar dolaşır, hisbe görevini bizzat yerine getirir, ölçü ve tartıda hile yapanları şiddetle cezalandırırdı. (…)
(…) 1 Muharrem 408/30 Mayıs 1017 günü müfrit İsmaili dailerinden Hamza b. Ali, Anuştekin ed-Derezi ve Hasan b. Haydere el-Fergani’nin gayretleriyle el-Hâkim Biemrillah tanrı ilan edildi… el-Hâkim ‘in ruh yapısını çok iyi bilen ve birçok kimsenin öldürülmesine sebebiyet veren Hamza, sonunda onun adına, muhtelif din ve felsefe sistemlerinden derlediği ve kendisinin de kutsal bir şahsiyet olarak yer aldığı yeni bir din kurdu…” (Mustafa Öz, DİA, Hâkim Biemrillah, c. 15, s. 199, 200).
Kafayı yemiş, psikolojisi bozulmuş ruh hastası bir adam ve onun zaafını keşfederek onu iyi kullanan, onu pohpohlayan ve tanrı ilan eden birkaç şarlatan… Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fatma’ya nispet edilen Fatımiler devleti… el-Hâkim Biemrillah’ın tanrılaşması ve Dürzilik inancının doğması böyle oldu.
“el-Hâkim, yanında nikaplar bulunduğu halde geceleri sık sık Kahire yakınlarındaki Mukaddem tepesine çıkar, yıldızları seyreder ve gecenin bir kısmını orada geçirirdi. Tanrılığını ilan ettikten sonra da bu adetini sürdürdü… 27 Şevval 411/13 Şubat 1021 gecesi yine aynı tepeye çıktı ve kendisine refakat eden görevlilere bulundukları yerde beklemelerini söyleyerek yanlarından ayrıldı. Ancak bundan sonra onu bir daha gören olmadı.
Tarihçilerin çoğu, el-Hâkim Biemrillah’ın çılgınca hareketlerinden rahatsızlık duyan kız kardeşi Sittülmülk tarafından öldürüldüğü kana atındadır… Buna göre, kardeşini uyaran fakat karşılığında ölümle tehdit edilen Sittülmülk, Kütame kabilesi şeyhlerinden ve ordu komutanlarından Seyfüddevle Hüseyin b. Devvas ile irtibat kurup halkın tekrar galeyana gelme noktasında olduğunu, halifenin öldürülüp yerine oğlu Ali’nin geçirilmesi halinde toplumun ve kendilerinin rahata kavuşacaklarını belirterek güvenilir kölelerden de ikisiyle anlaştı. Köleler el-Hâkim’i öldürüp cesedini İbn Devvas vasıtasıyla Sittülmülk’e gönderdiler, o da gizlice defnettirdi. Makrizî ise el-Hâkim Biemrillah’ın kız kardeşi tarafından öldürülmediğini söylemektedir…” (Mustafa Öz, DİA, Hâkim Biemrillah, c. 15, s. 200).
Tanrılık iddiasındaki dengesiz bir şarlatanın sonu ibretlik bir şekilde kapanmış ve yerine oğlu Ali Fatımi sultanı olmuştur.
Dürzilerden bazıları el-Hâkim Biemrillah’ın öldürüldüğüne inanmazlar ve onun kayboluşunu Şia’nın aşırı fırkalarında görülen gaybet ve rec’at inancıyla açıklamaya çalışırlar. Onun semaya yükseldiğini, insanlar düzeldikten sonra geri dönüp kendilerine hakikatleri öğreteceğine inanırlar. (Mustafa Öz, DİA, Hâkim Biemrillah, c. 15, s. 200).
Samimi dindarlar ve aklını kullananlar hariç, din ve dini değerler her zaman birileri tarafından kullanılmıştır. Beyinsizler inekten ve insandan tanrı olur mu diye hâlâ düşünemiyorlar…