En Önemli Meselemiz: İnsan Yetiştirme

Yayınlama: 18.10.2025
57
A+
A-

Şol gökleri kaldıranın,
Donatarak dolduranın,
Ol deyince olduranın,
Doksan dokuz adıyla

HABER: Okulların açıldığı ilk gün lise son sınıf öğrencisi bir çocuk, mahallesindeki polis karakolunu, babasının pompalı tüfeğiyle basıp iki polis memurunu şehit ediyor, altı kişiyi yaralıyor. Hemen, ayağına ateş edilerek yakalanıyor. Olayda yaralanan başka bir polis memuru ise günler sonra hayat mücadelesini kaybedip şehit oluyor.

Çocuk; problemsiz, başarılı – not ortalaması 85 imiş – içine kapanık, bilgisayar oyunlarına düşkün, kimseye zararı olmayan birisi…

Yüreğim ta derinden yandı. 30 yaşında, iki çocuk babası, genç bir polis… Ya o yavrular… Boynu bükük kaldı. Ya anne ne yapsın bu acı içinde?

Bir de emniyet amiri!.. Tatilde, hizmet aşkı taşıyan şehidimiz… Yavruları, eşi…

İfade edemiyorum duygularımı İzmir’den gelen bu derinden sarsıcı haber karşısında.

Tam bu haberle gönül dünyamda savaşırken, arkadaşların gönderdiği bir paylaşımda konuşmacı diyor ki: “Türkiye’de tek kararname çıkarmak yetkim olsa, çıkaracağım o kararname ‘Türkiye’deki bütün liseleri kapatmak’ olurdu.”

Bu konu benim de kafamı kurcalıyor, zaman zaman üzerinde düşünüyordum. Ama işin içinden çıkamıyordum. İzmir’den gelen acı haberin failine çocuk diye hitap edilmesi, kanun karşısında çocuk muamelesi görecek olması beni yine konuya yöneltti.

İslâm’a göre 15 yaş mükellef, yani buluğ -ergen-yaşı. Öyle olunca o genç artık yetişmiş bir fert. Biz hâlâ “çocuk” diyelim. Sahip çıkamadığımız genci çoktan sahiplenip kullandılar.

Akıl edebilen herkes bu konuda kafa yormalıdır. Hele etkili ve yetkililer… Eğitim düzenimizde yanlışlar var. İstediğimiz tipte insan yetiştiremiyoruz. Gençliğimizi telef ediyoruz. Kızlarımız ana namzeti gibi, erkeklerimiz baba namzeti gibi yetişmiyor.

Biz edebiyat zümresi olarak, yıllar önce, lise 1’deki çocuklar için bir karar almıştık: Edebiyat baraj ders idi. Onun için işi sıkı tutalım, okuyamayacak olanlar lise 1’de elensin ve hayat yolunu belirlesin istemiştik. Başarılı da olduk. Okumayanlar ya meslek liselerine ya çıraklık okullarına ya da serbest hayata yöneldi. Üniversiteye giriş ortalamamız da gayet iyi olmuştu. Bahsettiğim yıllar 1980’li yıllar…

Gençler liseyi bitirince üniversiteye de giremezse ortada kalıyor. “Ağaç, yaş iken eğilir.” Artık çırak mırak da olmak istemiyorlar. Üniversite imtihanına defalarca giriyorlar. Yaş ilerliyor, ümitler yitiriliyor.

Bir şekilde üniversiteyi bitirenler de iş bulamıyor. Bulanlar da iş beğenmiyor. Evlere kapanıyor, “ev genci” diye bir grup ortaya çıkıyor. Üniversite mezunu, işsiz, toplumdan kopmuş, psikolojisi darmaduman… Ne oldu şimdi? Nasıl bir sistem bu? Binlerce ara elemana ihtiyaç varken bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Herkes üniversite okumak zorunda mı? Niye ara elemanlar yetiştiremiyoruz?

Benim okuduğum yıllarda, 7 yaşında ilkokula başlayan çocuk 12 yaşında öğretmen okuluna giriyor, 6 yıllık eğitimden sonra 18 yaşında öğretmen olarak mezun oluyordu. Tek düşüncesi öğretmen olmak olan gençler, idealist bir öğretmen olarak Türk bayrağının dalgalandığı her yerde göreve hazır, donanımlı gençler olarak hayata atılıyordu.

Şimdi ilkokul öğretmeni yetiştirmek için 4 yıl daha okul hayatı gerekiyor. Sonra bu öğretmenler yıllarca tayin bekliyor ve gençlik dönemi heder oluyor.

Yok mu bu işin çaresi? Planlayamaz mıyız eğitimimizi? Tecrübe diye bir şey var. Eğitim yapboz tahtası olamaz, olmamalı.

Milli eğitim adını taşıyan kurumlarımız hiç de milletin istediği elemanları yetiştiremiyor. Biz okula gidiyorduk, başka bir yaşayış; evimize geliyorduk, başka bir hayat tarzı… Bir çelişki içinde kalıyorduk. Ailem başımı örtmemi istiyordu, okul açmamı istiyordu.

Peki, araba kullanmayı başörtüsü ile öğrenemez miydik? Piyano çalarken başımız örtülü olsa ne olurdu? Bu hayat tarzı bize kimler tarafından empoze ediliyordu? Ben şahsen bu çelişkili hayatın çok sıkıntılarını yaşadım. Bu çelişki, şekil olarak biraz halledildi; ama çocuklarımızın ruhî yönleri hâlâ çelişkiler içinde.

Türkiye’nin en acil problemi, bana göre, insan yetiştirme meselesidir. Çünkü “dünyayı imar etme görevi” de insana verilmiştir. Bu görevin şuurunda, Allah’ın emrini yerine getiren gençlere ihtiyaç var.

Atalarımız, “Kork, Allah’tan korkmayandan.” demişler. Son sınır Allah’tan korkmak. Allah’tan korkmuyorsa her şeyi yapar. Hele zekiyse daha da çok yapar. Öyleyse Allah korkusu, insan olma sorumluluğu taşıyan fertler yetiştirmeliyiz.

– Allah’tan korkmuyorsa neden çalmasın?

– Allah’tan korkmuyorsa neden yalan söylemesin?

– Allah’tan korkmuyorsa neden yük olduğunu düşündüğü çocuğunu öldürmesin, çöp kutusuna atmasın?

– Allah’tan korkmuyorsa neden sokakta çıplak gibi gezmesin?

– Neden iş yerinde enayi gibi çalışsın?

– Neden çevresine zulmetmesin?

– Neden hain olmasın?

– Neden vatanını, milletini satmasın?

– Neden, neden, neden?

Tekrar ediyorum: İlk ve acil meselemiz insan yetiştirme meselesidir. Etkili ve yetkililer kafa yormalı, emek vermeli, risk almalı, hain karşısında kale gibi durarak bu meseleyi çözmelidir.

Gençler 25-30 yaşına kadar oyalanmamalıdır. Dini bakımdan sorumlu olduğu günden itibaren hayat sorumluluğunu da yüklenmelidir. Bunun yaş sınırı, İslâmiyet’e göre 15’tir. 16 yaşında bir fert olarak nerede olacağını bilmelidir. Onu o şekilde hazırlamak bizim görevimiz olmalıdır.

Üniversite mi okuyacak, yoksa bir iş sahibi mi olacak; o şekilde yetiştirilmelidir. Hangi mesleği seçecekse, onun inceliklerini öğrenmeli, adam gibi adam olma yoluna girmelidir.

Milli kültürden, edepten, ilimden, akıl etmekten, imandan, sevgiden mahrum bir insan, kör ve sağırdır. Hiçbir işe yaramaz.

Sadece dini bilgilerle yetişen bir insan tek kanatla uçmaya çalışan kuş gibidir; uçamaz. Sadece pozitif ilimlerle uğraşan da aynıdır.

İmansız doktor, parayı görünce ölüm kusar, imansız din adamı parayı görünce dini satar, vatanı satar.

Yeni doğan çetesini duyduk. Çocuklara tecavüz eden şeyhler duyduk.

Alt yapısı olmadığından eğitim sistemimiz için büyük bir yıkım olan kredili sistemde 2,5 yılda liseyi bitirenler oldu. Daha da kısa sürede bu iş olur; ama iyi bir alt yapıya ihtiyaç var. Zeki çocuklarımızı sıradan olanlarla aynı sınıfa koyup beklemeye alıyoruz. Koşacak; koşma, diyoruz. Okuyacak, ilerleyecek; bekle diyoruz.

İmam Gazali 14 yaşında müderris oluyor. Oktay Sinanoğlu 26 yaşında dünyanın en genç profesörü oluyor. Fatih Sultan Mehmet 21 yaşında İstanbul’u fethediyor. Öyle bir eğitim sistemi kuralım ki her fert kabiliyeti ölçüsünde gelişsin, koşsun, hedefe varsın.

Arif Nihat Asya bu konuyu Fetih Marşı’nda şöyle dile getiriyor:

Fetih Marşı

Yelkenler, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek

Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih’in İstanbul\’u fethettiği yaştasın.!

Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden…
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın…
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!

Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini…
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini ?
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini

Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatih’in İstanbulu fethettiği yaştasın.!

Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır.
Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinan’dır.
Haydi artık uyuyan destanını uyandır.!

Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.!

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan !
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan….

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!

Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın…

Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın ?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!

Arif Nihat Asya

error: Kopyalama Yasak