Sokakların bugünkü hâlini görünce ister istemez eski günleri düşünüyor insan. Şimdilerde hurdacılar “eski demir, hurda bakır” diye bağırıyor ama bizim çocukluğumuzun sokaklarını çınlatan ses, eskicilerindi.
O gür ses hâlâ kulaklarımda:
“Naylon ayakkabılarııı… Eski yün çoraplarııı alıyooorummm!”
Eskiciler, şeytan terazileriyle evlerden çıkan naylon ayakkabıları, çorapları tartar, karşılığında para değil, keçiboynuzu verirlerdi. Ve işin raconu belliydi: Parayla satmazlardı. Eskin varsa keçiboynuzun olurdu, yoksa sadece bakardın.
Bir gün bizim Körkuyu Sokağı’na geldi eskici. Biz çocuklar oyunu bırakıp dört bir yana dağıldık. Arkadaşlar evlerinden üçer beşer naylon ayakkabı getirdi, keçiboynuzlarını kaptı. Çatır çutur yerken bir de bana bakıyorlardı. Benimse elim bomboştu…
İçimdeki hevesi fark eden rahmetli babam dayanamadı:
“Bir kilo ver de, çocuk da yesin!” dedi.
Dünyalar benim olmuştu! Ama o mutluluk fazla sürmedi. Eskici, gözünü kırpmadan kestirip attı:
“Parayla satmıyorum!”
İşte o cümleyle çocukluk hayalim tuzla buz oldu. Avazım çıktığı kadar ağladım, yalvardım ama nafile… Eskici geri adım atmadı. Sonunda babam sinirlenip adamı sokaktan kovdu.
Keçiboynuzu yiyebildim mi, hatırlamıyorum. Ama o günün buruk tadı hâlâ damağımda. Çünkü eskiciler sadece keçiboynuzu dağıtmazdı; sokaklara renk, çocuklara hayal de dağıtırlardı.
Şimdi düşünüyorum da… Eskiciler, aslında çocukluğumuzun TRT dizileri gibiydi. Her bölümünde biraz dram, biraz komedi, biraz da sürpriz olurdu. Tekrarı yoktu, kaçırdın mı bir daha yakalayamazdın.
Onlar gitti, sokaklardan sesleri çekildi. Ama hafızamızda hâlâ o ses çınlıyor:
“Naylon ayakkabılarııı… Eski yün çoraplarııı alıyooorummm!”
Bir ara çocukluğumuzun dizilerine de değinelim mi?