İnsan hayatı boyunca nice “güzel” görür, duyar, koklar.
Kimi bir çiçeğin kokusuna vurulur, kimi bir yüzün ışığına…
Kimisi bir şarkıda kaybolur, kimisi bir manzaranın karşısında büyülenir.
Ama bir gün durup düşünürsün:
Bütün bu güzelliklerin aslı nerede? Gördüğümüzde mi, duyduğumuzda mı, yoksa ruhumuzun içinde mi?
Bu soru insanı alıp yavaşça Leyla ile Mecnun hikâyesine götürür.
Malum, Mecnun’a Leyla’yı getirirler: “Al, işte aradığın Leyla!”
Mecnun bakar ve kabul etmez:
“Bu Leyla değil”
Orada anlatılan, yüzü beğenmeme meselesi değildir.
Mecnun’un Leyla’ya yüklediği anlam, insanların gözle gördüğü Leyla’dan çok daha derindir.
Güzelliğin sırrı tam burada gizli:
Güzel olan, gözün gördüğü değil; gönlün kendine “bu odur” dediğidir.
Bir çiçeğin kokusunu niye seversin?
Sadece kokusu hoş diye mi?
Yoksa o koku sende bir bahar sabahını, bir anıyı, bir huzuru mu çağırır?
Bir insanın yüzü niye güzeldir?
Sadece çizgileri düzgün diye mi?
Yoksa sesinin tonu, halinin durağanlığı, sana hissettirdiği güven mi eklenir o yüze?
Bir eşya neden değerlidir?
Pahalı olduğu için mi?
Yoksa onu veren kişinin hatırası mı taşır o değeri?
İşte bu yüzden güzellik gözde, burunda, kulakta başlamaz; “iyi gelen anlam”da başlar.
Hatta daha da ileri gidelim:
Bir insanın göremediğini, duyamadığını, koklayamadığını düşünelim.
Bu kişi için güzel yok mudur?
Vardır.
Çünkü güzellik, birinin ona dokunuşunda, bir sözün dürüstlüğünde, bir davranışın iyiliğinde de yaşar.
Dokunuşun sıcaklığı, birinin şefkati, bir ortamın huzuru…
Bunların hepsi güzelliktir.
O hâlde güzellik dışarıda duran bir şey değil, bizde uyandığı zaman güzeldir.
Bir yüz, bir ses, bir koku sadece kapıdır.
Kapıyı açan duyulardır ama içeriye giren, içeriye karar veren gönüldür.
Kimi buna “ruhi güzellik” der.
Kimi “insani güzellik” der.
Kimi de “Tanrısal güzellik” der; çünkü bütün güzelliklerin kökü tek bir kaynağa gidiyormuş gibi durur.
Doğadaki uyum, insanın içindeki iyilik, bir davranıştaki doğruluk…
Hepsi aynı kaynağın farklı yüzleri gibidir.
Sonuçta mesele şuraya varır:
Güzel, dışarıdan içeriye gelen bir ışık değildir; içeride yanınca güzeldir.
Gören göz karar verir sanırız; oysa gören aslında gönüldür.
Bugün bir çiçeğin kokusunda durup “ne güzel” diyorsak, bir manzaraya bakıp “içim açıldı” diyorsak, ya da bir insanla konuşunca “bu insan güzel insan” diyorsak…
Bilin ki güzelliğin kaynağı dışarıda değil; o gördüğümüz, kokladığımız, duyduğumuz şeyle bizde çarpışan anlamın tam kendisidir.