On iki yıl aradan sonra bu kez, turistik bir ziyaret için tekrar Mısır’da idim bu hafta. Bir grup akademisyen dostumla ailecek, her dakikası bir beyin fırtınasıyla geçen çok verimli bir seyahatti. Çeşitli vesilelerle dünyanın beş kıtasında yetmişten fazla ülkeye yolu düşen bir seyyah olarak, 2016 yılında ilk baskısı yayınlanan, sonrasında da çeşitli baskıları yapılan Dünya Dedikleri isimli eserimde, on iki yıl önceki seyahatimi “Kahır Yüklü Kahire” başlığı ile anlatmıştım. Aradan geçen yıllar, insanlık tarihinin en eski, 7000 yıllık, ülkesinde pek de bir şey değiştirmemiş. Şahit olduklarımız yine fakirlik, yine bakımsızlık, yine miskinlik ve kargaşa.
Sudan’dan, Suriye’den, Çad’dan, Filistin’den son yıllarda artarak gelen mülteci ve göçlerle birlikte nüfusu 120 milyona yaklaşan Mısır’da ekmek, kelimenin tam manasıyla aslanın ağzında. Bunca insan yoğunlukla, 30 milyondan fazla nüfusa sahip Başkent Kahire ve civarıyla 15 milyonluk İskenderiye ve civarı başta olmak üzere, sadece bereketli Nil Nehri kenarı ve Kahire’nin kuzeyinden başlayan geniş Nil Deltası civarında yaşıyor. Zira ülkenin Nil kıyıları dışında kalan bölgeleri, tamamen yaşama pek de elverişli olmayan çölden oluşuyor. Hatta öyle ki, ziyaret ettiğimiz Kahire’nin Sakkara bölgesinde yolumuzun sağ tarafı sapsarı kum çölü iken sol tarafı ise yemyeşil hurma bahçeleri idi.
Batılılar Mısır’a, antik Mısır halkı olan Kıptilerden dolayı kipti ülkesi anlamına gelen Yunanca Egyptos ile bugün Egypt adını verseler de, Mısırlılar Arapça Meşakkat-Sabır-Refah kelimelerinin ilk harfleri olan Mim-Sad-Ra harflerini Masr şeklinde telaffuz ederek ülkelerinin adı yapmışlar. Biz de Türk dil kurullarına uygun olarak Mısır demişiz. Güçlüklere sabır göstermeden refaha ulaşamayacaklarını anlatmak istemişler. Hz. Ömer döneminde fethedilerek İslam’ı kabul eden Mısırlılar zaman içerisinde Araplaşarak bugün Arapçayı resmi dilleri kabul etseler de, Antik Mısır dilini de Arapça içinde muhafaza ederek bugün Ammice diye yarısı kendi dillerinden oluşan karma bir Arap dili kullanıyorlar. Fasih ve standart Arapça, Mısır’da daha çok ulema sınıfının ısrarlı kullanımıyla ayakta tutulmaya çalışılsa da, Devlet Ammiceyi okullarda ve medya yoluyla, sinema ve dizilerle halka dayatmaya devam ediyor. Gerçekte Mısırlılar, ilk görünüşte klasik Arap halklarından sima olarak da çok farklılar. Antik Mısır portreleri ile karşılaştırıldıklarında atalarını yansıtıyorlar sanki. Bugün Mısır Nüfusunun %20’sinden fazlası Kıpti Kilisesine mensup Hristiyanlardan oluşuyor. Onlar da ibadetlerini yarı Arapça olan Ammice ile yapıyorlar.
Ülkede özellikle son 70 yıldır demokrasi, hukuk ve her alanda özgürlüklerin askeri/örfi idareler tarafından askıya alınması, ordunun ekonominin tüm alanlarına hâkim olması maalesef halkın sefaletine, korkunç bir gelir dağılımı adaletsizliğine yol açmış. Bu durum büyük şehirlerde dilencilik ve bahşiş olayını korkunç boyutlara taşımış. Kahire ve İskenderiye sokaklarında, cami önlerinde, çarşıda pazarda her yerde çevrenizi saran bu insanlardan yakanızı kurtarmak gerçekten maharet istiyor. O güzelim İslam tarihi eserleri olan camilerin, medreselerin hali içler acısı. Halıların üzerinde namaz kılmak, temiz alnınızla secde yapmak, tuvaletlerini kullanmak ne mümkün. Kahire’nin Babylon Bölgesinde bulunan Hristiyan Mahallesi ve oradaki kiliseleri ve sinagogları da ziyaret ettik; temiz ve bakımlı ibadethaneler gördük. Batılı ülkelerin kiliselere maddi destekleri ilk bakışta kolayca anlaşılabiliyor. Ülkenin metroları, otoyolları, büyük meydanları gibi nerdeyse önemli büyük yatırımları, ülkenin Fransızlar ve İngilizler döneminden kalan yatırımlar. Son askeri darbe olan Sisi yönetiminde de, Kahire-İskenderiye yolunu altı saatten iki buçuk saate düşüren muntazam otoyolun ve Kahire şehir içi köprü ve otoyolların inşaatların bitirilmiş olduğuna ve trafiğin büyük ölçüde rahatlatıldığına şahit olduk.
Ürettiği petrolün ve doğalgazın % 25’ini yurtdışına ihraç eden, dünyanın en önemli tarım havzalarından birine sahip olan, insanlık tarihinin en önemli bilim, kültür ve medeniyetine ev sahipliği yapan, yılda 15 milyondan fazla turistle dünyanın önde gelen turizm ülkelerinden olan Mısır’da her şey var ama en önemli olan birkaç şeyin yoksunluğu yüzünden bu “her şey” yokluğa ve yoksulluğa dönüşüyor. Nedir o Mısır’da olmayan birkaç şey? Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve özgürlük ortamı.
Aslında bu durum İslam dünyasının ortak sorunu. Beş kıtada yetmişten fazla ülke gözlemleyen 60 yaşını dolduran bir Türk aydını olarak artık şundan eminim: Bir ülkede ne kadar ileri demokrasi, hukuk ve hukukun üstünlüğü, teşebbüs, düşünce ve ifade hürriyeti varsa o ülkeler o kadar yaşanabilir, o kadar müreffeh, o kadar huzurlu ve mutlu oluyor. Bunlardan biri veya birkaçının yoksunluğu, o ülkelerin tüm kaynaklarına ve imkânlarına rağmen vatandaşlarına huzur getirmiyor.
Ülkemizde de durum hep aynı süreçlerde kendini gösteriyor. İktidarlar ne zaman demokratik açılımlara yönelseler, kişilerin değil de hukukun üstünlüğünü önceleseler, gerektiğinde en üst yöneticilerini yargılayabilseler, her alanda özgür ve açık bir toplum oluştursalar o dönemler halkımızın nefes aldığı dönemler olmuş. Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki büyük reformlar, Menderes dönemiyle çok partili sisteme geçişimiz, Özal dönemindeki demokratikleşme ve transformasyon politikaları, 2002-2015 yılları arası AK Parti iktidarının AB süreciyle ülkemizdeki büyük demokratikleşme ve kalkınma hamlesi hep ülkemizin en hızlı büyüdüğü ve halkımızın nefes alıp refahını artırdığı dönemler olmuş. Ancak tüm bu güzel süreçler bir süre sonra ya askeri müdahaleler ya da son yıllarda olduğu gibi maalesef sivil otoriterleşme faaliyetleriyle akamete uğramış.
Mısır ve Türkiye tarihi bir rekabet içinde aslında. Bu iki büyük Medeniyet bakiyesi ülkenin rekabetinde kimin güçlü olacağı, daha çok yukarıda anlattığım gelişme ilkelerine bağlı kalmalarında saklı. Ne kadar demokrasi, hukuk ve özgürlük, o kadar refah ve huzur, vesselam!