Tuz Ekmek Hakkı

Yayınlama: 12.10.2025
88
A+
A-

İnsanoğlu, bir sofranın etrafında toplanmayı binlerce yıldır sadece karnını doyurmak için yapmadı. Sofra, birliğin, paylaşmanın, dostluğun sembolü oldu. Türk kültüründe ise bu paylaşımın en derin ifadesi iki sade kelimede gizlidir: tuz ve ekmek.

“Tuz ekmek hakkı” deriz…

Bu söz, birinin sofrasına oturmuş, onun tuzunu ve ekmeğini tatmış olmanın doğurduğu vefa borcunu anlatır. O sofradan payına düşen sadece lokma değildir; içinde minnet, sadakat ve insana saygı vardır. Birinin tuz ekmek hakkını çiğnemek, Türk töresinde en ağır vefasızlıklardan biridir. Çünkü bu, “ben senin iyiliğini gördüm ama unutmayı seçtim” demektir.

Peki neden tuz ve ekmek?

Neden “şeker” değil, “meyve” değil, “et” değil de bu iki sade nimet?

Çünkü ekmek, insanın emeğini ve alın terini temsil eder. Her diliminde sabır vardır; buğdaydan hamura, hamurdan fırına uzanan bir emek zinciri.

Tuz ise sadakatin, dürüstlüğün ve temizliğin sembolüdür. Kolay bozulmaz, yemeğe tat verir ama fazlası zarardır; tıpkı vefa gibi, yerinde olursa anlamlıdır.

Ekmek rızkın, tuz sadakatin simgesidir. Bu iki nimeti birlikte paylaşan insanlar arasında, görünmez bir bağ kurulur: artık aralarında bir “hak” doğmuştur.

Eski Türklerde misafirlik kutsaldı; konuk, Tanrı misafiri sayılırdı. Onunla bir dilim ekmek, bir tutam tuz paylaşan, onu artık düşman bile olsa incitmezdi.

Osmanlı’da da “tuz ekmek hakkı var” sözü, ihanetin önüne geçen bir vicdan uyarısıydı.

Sofra, böylece hem rızkın hem de ahlakın sınavına dönüştü.

Bugün belki sofralarımız kalabalık, yemekler çeşit çeşit… ama tuz ekmek hakkının değeri unutulmaya yüz tuttu.

Oysa hâlâ, bir dostun elinden içtiğimiz çayda, annemizin bize uzattığı ekmekte, bir komşunun uzattığı tabakta bu kadim sözün anlamı gizli:

“Seninle ekmeğimizi böldük, artık birbirimize vefalı olmalıyız.”

Çünkü hayatın gerçek tadı, tuzla değil, vefayla ölçülür.

error: Kopyalama Yasak